18.05.2015, 15:24

İncecikten bir kar yağar

Bu yaz günü nereden çıkarttın karı, incecikten yağanını hem de diye soracaksınız haklı olarak. Ben çıkartmadım, Ufkun Balkış çıkartmış… Ben de ondan aldım, sizlerle paylaşıyorum.

Umudu vardır ya insanın, hani dağları düz eden, ovaları bir çırpıda geçen, denizleri aşan… Herkesin olduğu gibi Ufkun Balkış’ın da umudu, amacı, dahası hedefi var. Tırnaklarıyla kazıyarak, ilmek ilmek örerek, kafa göz yararak, kimi zaman yükselen öfkesini içine gömerek, gerektiğinde sorarak oluşturmuş. Ancak bu, bildiğiniz hedeflere benzemiyor. Her bir kapının ardından bir yenisi -belki de yenileri, çünkü birkaç kapı birden çıkabilir- açılıyor. Çünkü Ufkun Balkış bir yazar. Sinema sevdalısı bir yazar. 

Hayatın içinden…
Bir dönemin en gözde eğlence (aslında bilgilenme de var içinde ya, gözden hep kaçırılıyor) aracı olan sinema, izleyene yeni ufuklar açıyor, yeni dünyalar sunuyor ve o izleyici büyük bir keyifle dalıyor-du o dünyaya. Bir tarafıyla Alis Harikalar Diyarında, bir tarafıyla da gerçeğin ta kendisi… Kim neyi niye ve ne kadar alırsa.

Ufkun Balkış, sinemanın o albenili dünyasında, “Karpuz Kabuğundan Gemiler” yüzdürmeyi kafasına koymuş. Neyi ne kadar anlatırsam insanlara ulaşırım diye düşünmüş ve bundan tam 100 yıl önce yaşanan çok önemli bir trajediyi yazmaya başlamış. 

Sarıkamış…
Sarıkamış, türkülere konu olduğu için eski sanılsa da -sosyal hayatın içinde 100 yıl ne ki- elinizi uzatsanız yakalayabileceğiniz kadar yakın bir geçmişte yaşanmış. Düşmanla değil doğa ile savaşan binlerce gencecik insan -rakamlar 90 bin dese de, kalanların içine düşen kor ateş ve közün yaşayan ölüler oluşturduğunu unutmamalı- donmuş. Büyük bir acı, büyük bir yenilgi… Neyleyelim ki, hepimiz “Emin Oktay tarihi”nden öğrendiğimiz için neler yaşandığını bilemiyoruz. Neyleyelim ki, kalanlar da kilit vurmuş ağzına; çünkü her seferinde aynı acıyı tekrar yaşadıklarından anlattıkça, susmayı tercih etmişler, içlerine gömmeyi… Kendi acılarıyla boğuşmayı, başkalarına da yaşatmamayı…

Çağdaş teknoloji…
Arşivler açılır, yazılmış anılar tekrar okura sunulur, artık iyiden iyiye solmuş fotoğraflar -teknolojinin de yardımıyla- görülebilir hale gelir, gözden kaçmış kanıtlar tanımlanabilir olunca -aradan 100 yıl değil, 1000 yıl geçse de- hem yaşananlar hem de yaşatılanlarla yüzleşiyoruz. 

Bunda sanatın yeri ve önemi büyük. Hem zaten değil mi ki düşlerle başlıyor… Hem değil mi ki sinema en büyük düş diyarı… Hem değil mi ki etkisi hepsinden çok. Peki, teknik yetersizlikler öncesinde parasal olanaklardan yoksun olunca o ilmek ilmek örülerek büyütülen düşler ulaşmasın mı insanlara? Tabii ki ulaşsın. Senaryoyu elden geçirip roman haline getirir, sunarız okura. Ufkun Balkış da bunu yapmış işte.

Romanlar yaşamın izinden yürür…
Tarihi bir romanda, yazar ne kadar kurgularsa kurgulasın, gerçekleri çarpıtmaz, çarpıtamaz. Tam da o nedenle arşivleri tarayarak gün yüzüne çıkarttığı gerçeklerin içine serper kurguladıklarını. Ufkun Balkış da bunu yapmış işte.

Tarihi, o bilinen katı kalıplarından sıyırıp insanın içine işleyen bir gerçek olarak sunar roman. Tam da o nedenle gereklidir. Sadece o anı yaşayanların değil geride kalanların da duygularını, sosyal yaşamın bütün katmanlarını da aktardığı için önemi yadsınamaz. Ufkun Balkış, tam da bunu yapmış işte.

Soğuğun insanın ciğerine işlediği bir coğrafyadan, ışıldayan buz kristalleri üzerine uzanmış gonca gülün tazelerinden çıkıp anaların ağıtlarıyla kalbimizde kendine yer bulan Sarıkamış gerçeğini unutmamak için…

İncecikten Bir Kar Yağar, Ufkun Balkış, roman, Mendirek Yayınları, Nisan 2015, 236 s.


Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159