18.07.2019, 12:36

Ulaştırma ve Toplu Taşıma Sistemlerinde Sıklık - 15

Anadolu’da şehir kültürü – bilinen anlamda - Hititler, Frigler, Lidyalılar, Sümerler’ e kadar uzanmakta olup, özellikle Karasal Anadolu’daki şehirleşmede Hititler’ in varlığı görülmektedir. Takibinde; Anadolu’ da –kültür ve dil olarak- Grek egemenliğinin olduğu Bizans Çağı’nda, eski tarihlerden o döneme aktarılan şehir yapılarının yok olmaya yüz tuttuğu, Anadolu’ da özellikle yer yer Ege, Akdeniz ve Karadeniz’ de koloni şehirleşme örneklerinin görüldüğü bilinmektedir. Bu dönemde Bizans-Pers çekişmesi kaynaklı olarak Doğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’ de, mutlak hâkimiyetin olmadığı ve çatışma sahalarının olduğu ve dolayısıyla kale şehirlerin bulunduğu bir ortam mevcuttur. Anadolu’ da Selçuklu Çağı’ nın başlangıcı, siyasi-kültürel-ekonomik birliğin satıh boyunca sağlanmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla, Selçuki Dönemde Orta Anadolu, Ortadoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve İç Batı Anadolu boyunca karasal satıhta, Sivas, Erzurum, Erzincan, Konya, Kayseri, Kars, Manisa, Kırşehir, Karaman, Malatya, Ahlât, Adilcevaz, Aydın gibi şehirler kendine has ve bütünlüklü karakteriyle kurulmuş ve belirgin bir rol oynamaya başlamıştır. Osmanlı Çağı’nda ise; medeniyetin kimliğini yoğunluklu olarak verdiği ve eserlerini bıraktığı şehirler; Bursa, Edirne, Balıkesir, Aydın, Denizli, Kastamonu, İstanbul, Kocaeli, Bilecik, Kütahya ile Balkanlarda, Üsküp, Kalkandelen (Tetova), Ohri, Selanik, Manastır, Şumnu, Razgrad, Plevne, Filibe, Gümülcine, Dimetoka, Prizren, Priştina, Tiran, Elbasan, Berat, İşkodra, Yenipazar (Novipazar), Saraybosna, Belgrad, Sofya olarak öne çıkmaktadır. Ancak Osmanlı Çağı’ nın yükselişi, Osmanlı şehir ve kültür algısının, Anadolu, Balkanlar, Rumeli, Kafkaslar, Bilad-ı Şam (Suriye, Ürdün, Lübnan, Filistin), Irak, Hicaz, Karadeniz’ in kuzeyi ile Kuzey ve Orta Afrika olmak üzere bütün bir coğrafyada hissedilmesini beraberinde getirmiştir. 

Burada ‘Şehir’ kavramı beraberinde ‘şehirlilik ve şehirli’ kavramsallaştırmalarını getirmektedir. ‘Şehir’ kelimesi Farsçadan çok eski yüzyıllarda dilimizin kazandığı bir kelime olup, bugün itibariyle ‘kent’ kavramını da eş anlamlı olarak kullanmaktayız. Bu kavramsallaştırma; mühendislik, hayat standartları (hizmet parametreleri) v.s. konular üzerinde öylesine derin bir etkiye sahiptir ki inşaat mühendisliğinin İngilizce karşılığı olan ‘civil engineer’ kavramındaki ‘civil’ kelimesi ‘civilization’ kelimesi ile aynı içeriğe sahiptir. Bizim ‘sivilizasyon’ diye Türkçeleştirdiğimiz kelimenin bir başka karşılığı ‘uygarlık’ olup eş anlamlısı ‘medeniyet’tir. ‘Uygarlık’ kelimesi; göçebe hayattan yerleşik hayata geçişi ifade eden bir kavramsallaştırma iken ‘medeniyet’ kelimesi de dilimizde hem hayat standartlarına (hizmet parametrelerine) dair bir vurgu içerirken ve hem de aslı itibariyle ‘medine, medeni’ kelimelerinden türemiştir. ‘Medine’ kelimesi de ‘şehir: kent’ demektir. 

Dolayısıyla; ‘şehir’ kelimesi etimolojisi itibariyle de ‘hizmet parametreleri, mühendislik hizmetleri ve bir hayat tarzı’ olgularını içerisinde barındırmaktadır. Bu bağlamda; şehri ‘farklılıkları uyum(harmoni, insicam) içinde bünyesinde birlikte barındıran bir yapı’ olarak ta okuyabiliriz. Buda; Şehir Planlama-Ulaştırma Sistemi ilişiğine; hem teknik hem sosyal ve hem de felsefi bir göndermedir. Bütün bunlar; başından beri ifade etmiş bulunduğumuz ‘intermodal entegrasyonu tam, hizmet parametreleri üst düzeyde, modal dağılımı sağlıklı olan’ bir Ulaştırma Sistemi’ ne yaptığımız vurgunun teknik yanının yanı sıra felsefi-sosyal arka planının da olduğunu göstermektedir. Öyle ise hem şehir içi ve hem de şehirlerarası bütün modlarda ki Ulaşım Ağları; o şehirlerin yörelerin ülkelerin bölgelerin ‘toplar atar ve kılcal damarlarını teşkil etmektedir. 

Şehir; aynı zamanda bir yerleşim biriminin tarihi ve sosyal bütünlüklü sürecini de ihtiva eder, topografyasından beşeri yapısından vurgular taşır, teknik imkânları dâhilinde bunu farklı şekillerde ortaya koyar. Sözgelimi; Ankara; karasal iklimin hâkim olduğu, Cumhuriyet döneminde başkentliği sebebiyle hızla gelişmiş ve dolayısıyla daha rahat planlanmış, daha düzenli (regular) ve olağan bir şehirleşme süreci takip etmiştir. İzmir; kozmopolitliğini ‘Mübadeleler’ ile birlikte daha cumhuriyetin ilk yıllarında farklı bir şekilde yeniden formatlamış, sürdüre gelmiş ve 3.büyük kent olarak on yıllar boyu göç alan bir yapıya sahip olmaya devam etmiş ve fakat çoğu zaman bu süreci iyi yönetememiştir. Konya; genelde düzlük bir topografya üzerinde kurulu, Selçuklu Başkentliği tecrübesi ve tarihi zirve şahsiyetlere ev sahipliğiyle, Cumhuriyet’ in kuruluşundaki büyük şehirlerden biri olup, son 30 yılda; üst düzey yerel yönetim hizmetleriyle göçü çok iyi yönetmiş ve Kayseri, Gaziantep v.b. örneklerle birlikte düzenli, geniş caddeli sokaklarıyla göçü başarılı bir şekilde yönetmiştir.

Aynı şekilde; Urfa, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Trabzon ve Sivas v.b. şehir tecrübeleri de başlı başına incelenmeye değerdir. Bu anlamda; eşsiz İstanbul örneğine bakacak olursak; Tarihin en hızlı aktığı Coğrafya’nın en büyük tehditlere ve fırsatlara gebe olduğu Anadolu-Mezopotamya-Kafkaslar-Balkanlar-Ön Asya’nın Merkezliğindeki Mega kent; Avrupa’nın onlarca ülkesinden daha büyük bir nüfusa, eşsiz doğal ve tarihi güzelliklere, Boğaziçi’ne ve Dünyadaki bütün güncel teknolojik v.b. iletişim araçlarına doğrudan erişilebilirlik imkânına sahiptir. Bu imkânların arka planındaki tarihi sürece baktığımızda; bunun ‘sürekli işgaller, kuşatmalar, engebeli topografya, büyük göç hareketleri üzerinde bulunma’ gibi gerçeklerle buluştuğunu görüyoruz. Bütün bu tecrübesiyle İstanbul doğal yapısı ve tecrübesi itibariyle olağan dışı (irregular) bir devasa şehirdir. İstanbul; şehirleşme-ulaşım-göç-hizmet-siluet-dönüşüm v.b. parametreleri itibariyle çok daha büyük ölçeklerde ve kendine has özellikleriyle değerlendirilmesi gereken bir yapıyı ifade etmektedir.
Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159