27.01.2014, 15:27

Dün, bugün, yarın!

Geçtiğimiz hafta içinde 23 Nolu Yolcu Taşımacılığı ve Seyahat Acenteleri Meslek Komitesi Zümre Toplantısı’nı gerçekleştirdik. Toplantıda sektörümüzün yaşadığı sorunlar tartışıldı.  Ülkemizde otobüs işletmeciliği son 10 yılda uygulanan ulaştırma politikaları, akaryakıt vergileri başta olmak üzere birçok konjonktürel gelişmeden olumsuz etkilenerek eskisi gibi cazip yatırım alanı olmaktan çıkmıştır. Diğer taşıma sistemleri desteklenip geliştirilirken, karayolunun önüne ağır mali yükler getirilmiştir. 2001 yılında yıllık 5,5 milyon kişi olan iç hat yolcu sayısı günümüzde 70 milyon kişiyi aşmıştır. Bu şartlar altında yüzde 25 yolcu kaybına uğrayan sektör, 1,5 milyar dolar gelir kaybına uğramış gelirleri yüzde 35 azalmıştır. Pazar daralması ve gelir kayıpları önümüzdeki yıllarda devam edecektir. Son 10 yılda sektörde firma sayısı 576’dan, 343’lere, yolcu sayısı 225 milyon kişiden 195 milyon kişiye gerilemiştir, artan nüfusa artan hareketlilik kat sayısına rağmen. Kısa mesafelerde özellikle otomobil kullanımı yoğunlaşmıştır. Bu daralan pazarda mantık sınırlarını aşan sektör içi ve sektörler arası rekabet ortamı da olumsuzlukları tetikleyen ana faktör olmuştur. Planlanan ve yapılmakta olan hızlı demiryolları yatırımı ve Marmara denizindeki deniz taşımacılığı da pazarı daha da daraltacaktır. Eskişehir-Ankara arası 180 km; 500 liralık abonman bileti alıyor yıl boyunca bedava seyahat ediyorsunuz. Peki, devlet, demiryollarından para kazanıyor mu? Hayır, kazanmıyor. Oranın parasını taşımacılar veriyor. Yani bir nevi sübvansiyon; bedelini kullanan değil, taşımacılar ödüyor. Çünkü hak aramasını bilmeyen, hak arama sorumluluğunu üstlenmeyen, kendi hakkına sahip çıkamayan insanların elinden kanunla düzenleme ile bütün ekmeğini kolayca alırsınız ve onları mağdur edersiniz. 

Sebep sonuç ilişkisi içinde…

10 yıl önce Türkiye’de, borcuna en sadık meslek kesimi otobüsçü iken bugün borcunu ödeyemeyen ilk kesim otobüs işletmeciliği. Bunlar sebep sonuç ilişkisi böyle baktığımız zaman ne yapmamız gerektiği de ortaya çıkıyor. Tabii, yeni politikalar karşısında pozisyon alamayan, kendi otokritiğini yapmayan/yapamayan sektör; devlet tarafından planlanmayarak kendi kaynaklarını tüketmekte ve ülke ekonomisine de ağır sosyal ekonomik yükler getirmektedir. Sektör içindeki mantıksız rekabet hizmetlere de yansımakta; acente sayıları, ücretsiz servis hizmetleri, otogar çıkış ücretleri, ikramlar her geçen gün artmaktadır. Son 7-8 yıldan beri Ramazan aylarının turizm sezonuna gelmesiyle yaz ayları kazançlarını dibe vurdurmuştur. Tabii, bundan otomotiv üreticilerimiz de etkileniyor. Pazar daralıyor, tahsilat yapamıyorlar. Takas işlemi başladı. Bütün üretici firmalarımız ikinci el pazarı kurmak zorunda kaldılar. Bu kısır bir döngüdür. 

Taşımacılığı transfer etmeliyiz

Biz bu pazarı şekillendirmek zorundayız. Almanya’da taşımacılık fırsatı çıktı ama Türkiye için erken. Türkiye’deki sermaye gücüyle Almanya pazarı ile rekabet etmek şu an mümkün değil. Bunu tek başına herhangi bir şirketimizin yapması da mümkün görünmüyor. Bizim birtakım konsorsiyumlar kurarak Almanya pazarına Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Belarus pazarlarına Kafkas pazarlarına ve güneydoğumuzdaki Suriye Irak gibi ülkelere hatta Kuzey Afrika ülkelerine taşımacılığımızı transfer etmemiz lazım. Otobüslerimizi ve otobüsçülerimizi oralara getirip ikinci el pazarını canlı tutmamız lazım. Yoksa üretimde istihdam daralması yaşanacak.

Yarın nasıl şekillenecek?

Sektörümüzün, yarınlarının dünleri gibi olmayacağının bilincinde olması lazım. Dün para kazanıyorduk, şartlar farklıydı. Hava taşımacılığı yoktu, otomobil sayısı azdı. Kanunlar ve önümüzü kısıtlayan birtakım düzenlemeler yoktu. Sektör çok önemli sosyal sorumluluk üstlendi, 80 yıldır bu ülkede insanlara ulaşım özgürlüğü temin etti. Bu şartlar altında bunun sürdürülebilir olmasını sağlamamız lazım.

Sektörün geleceğini bizim yeniden yapılandırmamız lazım. Dünkü alışkanlıklardan vazgeçmemiz lazım. Pazarın yeni şartlarını mutlaka analiz edip bu analizleri doğru okuyup doğru anlayıp ortaklık kültürümüzü birbirimizle paylaşmayı bu sektöre öğretmemiz lazım. Yoksa birbirini öldüren, giderek yok olan bir sektör oluruz; bu da hiç kimseye hayır getirmez. Ulaştırma politikalarındaki ayrımcılık, diğer taşıma sistemlerine sağlanan avantajlar bizi bu duruma getirdi. Planlamadan uzak bir ulaştırma politikası var Türkiye’de. Havayolunu, demiryolunu planlıyoruz denizyoluna imtiyazlar sağlıyoruz. Vergisiz akaryakıt veriyoruz onların bedelini karayoluna ödetiyoruz. Bakanlık da zarar eden pazarı şekillendirme konusunda herhangi bir sorumluluk üstlenmiyor. Taşımacılar sivil toplum örgütleri ‘gelin, oturalım buna çözüm bulalım’ demiyor. Üretimin, istihdamın devam etmesi bizim de arzumuz ama artık onu yapacak gücü de elde edemiyoruz. Dünkü şartlarımız yarınlarda olmayacak. Ne kadar ekmek ne kadar köfte, ne kadar yolcu o kadar sefer.

Düzenleme yapacak kurum gerekir

Bir otobüsün Artvin’den çıkıp Samsun’a gidene kadar her durakta yolcu alması gerekmiyor, ama bu hat esası çerçevesinde bir düzenlemeyi gerektiriyor. Sektörde bir sınıflandırma gerekiyor. Serbest piyasa ekonomisi kuralsız bir ekonomi değildir. Batı Avrupa’da Eurolines diye bir kuruluş var. Oradaki taşımacılar birbiri ile rekabet ederken ülke ekonomisinin zarar görmesini engelliyor. Bizim de benzer bir üstyapı oluşturmamız lazım. Akaryakıtı ithal eden bir ülke olarak, bizim çok daha titiz davranmamız, akaryakıt giderlerini derleyip toparlamamız, bağlı olarak da enerjiyi doğru kullanmamız, verimli kullanmamız lazım. ■
Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159