14.03.2016, 16:05

Dünya

Dünya, kurulduğu günden bu yana kendi ekseni etrafında hep aynı yönde dönerken, yarısı aydınlık ama diğer yarısı da karanlık bir haldedir. Karanlık her şekilde bizim için bilinmezlik korku ve kötülüğün sembolüdür.
Gerçek yaşamda da her şey, gece ve gündüz gibi, aydınlık ve karanlık yan yanadır ve iç içe geçmiş durumdadır. Gün içerisinde aynı anda gerçekleşen pek çok doğumun yanı sıra; bir o kadar da ölüm meydana geliyor. Kazanç ve kayıp, sevinç ve korku, iyilik ve kötülük hep bir arada bulunuyor. Gün içerisinde bile her birimiz bu iki karşıt hali belki de defalarca yaşıyoruz. Güzel bir olay karşısında şükrediyor, üzücü bir olay ile kahroluyoruz. Spordan ticarete, iş ve okul yaşamımızdan aile yaşamımıza kadar bu iki olgu sürekli bizimle beraberdir.
Bir üniversite profesörü öğrencilerine su soruyu sorar:
– Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?
Bir öğrenci ayağa kalkar ve cevaplar.
– Evet, her şeyi Tanrı yarattı!
Profesör devam eder.
– Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur. Çalışmalarımızda uyguladığımız kesinleştirme prensibine göre de Tanrı, şeytandır.
Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör öğrencilerine bir kez daha Tanrı’nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur. 
Bu arada başka bir öğrenci ayağa kalkar ve ‘Bir soru sorabilir miyim profesör’ der. Profesör sorabileceğini söyler.
Öğrenci ‘Soğuk var mıdır’ diye sorar.
Profesör; ‘Nasıl bir soru bu böyle, tabii ki vardır’ diye cevaplar. ‘Sen hiç soğuktan üşümedin mi?’
Öğrenci ‘Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur;  gerçekte biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir’ der ve devam eder.
– Profesör, karanlık var mıdır?
– Tabii ki vardır.
– Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü karanlık da yoktur. Gerçekte karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton’un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekânın/uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçerek! Bu doğrudur değil mi? Karanlık insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer/mekân için kullanılan bir kelimedir. O zaman size son bir soru daha sormak isterim, efendim. Şeytan var mıdır?
Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte cevaplar...
– Tabii vardır. Açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde görürüz. O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey de değildir.
Öğrenci itiraz eder.
– Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi başına yoktur. Şeytan basit olarak Tanrı’nın yokluğudur. O aynen karanlık ve soğukta olduğu gibi insanın Tanrı’nın yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı şeytanı yaratmadı. Kötülük insanın tanrısal sevgiyi yüreğinde hissetmediği zaman yaptıklarının bir sonucudur. O, aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.
Genç öğrencinin adı Albert Einstein’dir.
Işığı bol, karanlığı az, Allah sevgisinin yüreklerde hissedildiği, şeytandan ve onun yarattığı kötülüklerden uzak bir dünya olsun hepimize... ■
Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159