26.05.2014, 13:05

Kış Uykusu'nun Cannes başarısı üzerine

"Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam…"

“Kış Uykusu”nun Cannes başarısı üzerine


Sinemanın ne kadar çok anlam katmanı olursa o kadar başarılı olur demişti öğretmenim, ilk girdiği derste. Salon tıklım tıklım olacak, filmin daha başında insanlar bırakıp çıkacak... o zaman ‘iyi film’ olur diye de eklemişti, itirazlarımız arasında. Gençtik, delidoluyduk, ideallerimiz vardı. Film yapacak, içimizde büyüyen duygularımızı düşüncemizle yoğuracak derdimizi anlatacaktık. Film yapmak kolaydı. Ne olacak ki, hayatın her alanı, her anı ‘vaka’ doluydu... Zaten Yeşilçam’dan izlediklerimizden öğrenmiştik zengin kız fakir oğlan (veya tersi) temasını. Birazcık özen ve birazcık gözlemle farklı, hem de çok farklı filmler yapabilirdik.


Yılmaz Güney örneği...


Hepimizin ‘kahraman’ı Yılmaz Güney’di. Diğerleri ‘salon filmleri’nin jönüydü... kadınları zaten saymazdık (ne ayıp ettiğimizi sonradan öğrendik). Süleyman Turan ile Yılmaz Köksal esas çocuğun en yakın, vefakar ve fedakar arkadaşı olurdu ve hepimizde farklıydı yerleri... onlar da baş köşede yerlerini almışlardı. Hem mahallede, arkadaşlar arasında -laf aramızda- esas oğlandan bile önce gelirlerdi kimi zaman. Benim için bir de Danyal Topatan vardı, nedeni, niyesi meçhul.


Muhsin Ertuğrul’dan Atıf Yılmaz’a...


Yönetmenden çok oyuncu belirlerdi beğenimizi; sahi, yukarıda değinmiştim film yapmak kolaydı zaten. Muhsin Ertuğrul’u bilirdik, genel kültür düzeyinde... Babam Lütfi Akad’ı söylemişti, örnek almam için... Kimdi o? Niye duymamıştık adını? Çocuk aklı işte... Unuttuğumu sinema eğitimi almaya başladığımda hatırladım.

Sinema eğitimiyle birlikte öğrendiğim birçok şeyin başında film çekmenin kolay olduğu, ama katmanlarıyla izleyiciye aktarmak istedikleriniz içerisinde çok büyük anlam farklılıkları olacağı geliyordu.

Genç sinemacılar...


En genç sinemacımız Atıf Abi’ydi. Kendini geliştiren, yenileyen, bambaşka tatlar sunandı; yaşı büyüktü büyük olmasına ama sineması gençti.

Öğrendik ki sadece bizde değil bütün dünyada ‘genç sinemacılar’ yaşlı olurlar-mış (Engin Ayça’nın kulakları çınlasın). Çünkü bilgi birikimi, deneyim, olgunluk ‘iyi sinema’nın belirleyicisiymiş. Kuşkusuz kendini çok erken ispat edenler var aramızda, istisnalar kaideleri bozmaz.

Nereye...

Bir zamanlar “filim mi kilim mi” tartışması yaşanırdı, anımsarsınız. Anadolu gerçeklerinin aktarılmasıydı onlar. Şimdiki filmlere baktığımızda aradaki farkı görebiliyoruz. Nuri Bilge Ceylan’dan Zeki Demirkubuz’a, Derviş Zaim’den Semih Kaplanoğlu’ya... Yeşim Ustaoğlu dan, Reha Erdem de, Tayfun Pirselimoğlu da, Semir Aslanyürek de, Ömer Leventoğlu da... teknoloji geliştikçe sayıları çoğalacak, inanıyorum. Tayfur Aydın, Aydın Orak, Mehmet Bükülmez (adlarını sayamadığım genç arkadaşlarım bağışlasınlar, kendilerini ekleyebilirler isterlerse) zor şartları aşanlardan... Belgeselci, kısafilmci, çizgifilmci arkadaşlar da var.


Nesimi’nin dizesi...


Başlığa çıkardığım
"bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam…” Nesimi’nin dizesi... Filmdeki anlam katmanlarını düşleyerek alıntıladım. Her filmin, her sahnenin, her planın hatta her karenin birkaç anlam yüklendiği gerçeğini anlatıyor bana. Sahi, ne çok anlam yüklenir bir kare bile, eğer isterseniz. Sahi, ne çok anlam yüklenir bir kare bile, eğer yükleyebilmişseniz. Sahi, ne çok anlam çıkar bir kareden bile eğer izlemişseniz ve izlerken düşlemişseniz.

Sinemamızın 100. yılında; bize bir karede bile anlam yüküyle fırsat yaratanlara selam olsun.

Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159