18.01.2016, 15:18

Şehirleşme, İstanbul ve Ulaştırma Sisteminde Türel Dağılım - 9

Bir ülkenin ‘ulaşım ağları’ bir bünyenin damarları, kılcalları ve yapıtaşları arası etkileşimi gibidir. Bu anlamda; dengeli ve işler bir ulaşım sistemi, o ülkenin (bölgenin, yörenin, şehrin) sosyal-kültürel-coğrafi-teknik-ekonomik bütün bağlantılarının ve dağılımının da sağlıklı yürümesinin argümanlarından biri ve aynı zamanda sağlamasıdır. Üç tarafı denizlerle çevrili olan, Marmara Denizi ve Boğazlar gibi eşsiz suyollarına sahip olan, Karadeniz-Akdeniz-Hazar Denizi üçgeninin tam ortasında yer alan, Van Gölü, Göller yöresi ve birçok besleyici suyollarının üzerinde bulunan ülkemiz; bu özelliklerinin potansiyelini çok çok altında kullanagelmiştir. Halbuki; bugün Tuna ve Ren nehirlerinin birleştirilmesiyle, iç suyolları vasıtasıyla Bulgaristan-Romanya’dan Kuzey Buz Denizi’ne (Hollanda) kadar çıkılabildiğini ve benzeri faydaların/hizmetlerin Batı-Kuzey Rusya coğrafyasında  da kullanıldığını görüyoruz. Denizyolları ve iç suyollarına yapılacak doğru yatırımlar ve hatta doğal suyollarına yapılacak sağlıklı teknik müdahaleler, bir coğrafyanın stratejik konumunu yeniden formatlayabilecek ve çevre bölgelerin ulaşım kaderini olumlu anlamda derinden etkileyebilecek potansiyele sahiptirler. 

Kanallar ulaşımın seyrini değiştirdi
Yakın modern geçmiş dönemlerde; bu şekilde Panama Kanalı ve Süveyş Kanalı’nın yapımı ile birlikte; tarihin-savaşların-ekonominin-stratejinin seyrinin nasıl değişebildiğine de şahitlik ettik. Devasa projeler; cesur yaklaşımlar, insan odaklı (rant odaklı olmayan) bakış açıları ve gerekli teknik donanım desteği eşliğinde, ülkelerin bölgelerin hizmet-güvenlik-sosyal-ekonomik parametrelerini önemli düzeyde geliştirebilir. Bu bağlamda; özellikle İstanbul’umuzun ‘kentsel dönüşümünün bir proses (süreç) olduğunun ve ‘tarih-mahalle dokusu-çevre-post modern yapıların’ siluet ve birçok yönden entegrasyonu olduğunun farkında olan bir bakış açısıyla ulaştırma sistemini önemli bir hizmet mekanizmasına dönüştürebilecek kabiliyette yatırımlarla sorunlarını fırsata dönüştürebileceğine ve güzelliklerini buradan bütün dünyaya bakan bir açı ile ortaya koyabileceğine inancımız tamdır. 

İstanbul, çoklu süreç…
Geneli itibariyle Türkiye, özelde ise İstanbul’un değişken topografyası, sosyo-kültürel kompozisyonu, ekonomik dağılımı, coğrafi konumu ve benzeri özellikleri ‘ulaşımda çok modlu yaklaşımı’ mümkün ve gerekli kılmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi; İstanbul’da kablolu sistemler, deniz ulaşımı, raylı sistemler gibi bir modal kompozisyon sadece bir gereklilik değil ve aynı zamanda da İstanbul’un, İstanbul olmasının doğal bir sonucudur. İstanbul; tarihi süreci, coğrafik konumu, kültürel yapısı ve doğal arka planı itibariyle problemler bazında çoklu ve yoğun bir süreci ifade etmekle beraber, ortaya konacak ‘insan odaklı’ projelerle, dünyaya eşsiz ve bizim olan şeyleri söyleyebileceğimiz bir imkanı da sunmaktadır. Son on yıllık süreçte ülke genelinde ve yerelde yapılan hizmetler; birikmiş ulaşım problemlerine yeni bir soluk ve bakış açısı getirmiştir. Bununla beraber; ülkemiz ve İstanbul’umuz büyük problem ve fırsat potansiyelleriyle yoluna devam etmektedir. Halkla yönetişim mekanizmasının güçlendirilmesi ve dünyadaki teknik-ekonomik-sosyal gelişmelerin arka planını iyi okuyabilen bir politika; sorunları çözmeye, halkı doğru tüketim alışkanlıklarına yönlendirmeye, ulaşım sistemini tam anlamıyla bir hizmet sektörüne dönüştürmeye, şehirlerimizi daha yaşanılır kılmaya ve hayat standartlarımızı -doğru anlamda- yükseltmeye, ivmelenerek devam edecektir. 

İstanbul’da deniz ulaşımı
‘İstanbul’da Deniz Ulaşımı’ başlığı da; trafik güvenliğinden, modlar arası entegrasyona, toplu ulaşım kültürünün ediniminden, dakiklik-konfor-güvenlik odaklı ‘hizmet kalitesinin yükseltilmesine’ kadar birçok önemli konunun çözümünde yol göstericidir. Bu bağlamda; ülkemizde (özelde de İstanbul’da) hem şehirlerarası ve hem de şehiriçi yolculuklarda; denizyolu ve demiryolunun yaygınlık ve alışkanlık bağlamında uzun yıllar olması gerekenin çok gerisinde kaldığını görüyoruz. Demiryolunun ülkemizdeki tarihçesine baktığımızda; Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren -önemli bir kısmı Anadolu topraklarında olmak üzere- önemli yatırımlar yapıldığını, bütün istikrarsız ve savaşla geçen yıllara karşın bu ivmelenmenin devam ettiğini görüyoruz. Sonrasında; savaştan çıkarak kendini yeniden gerçekleştiren bir ülkenin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, aynı ivme ile demiryollarına yatırım yapmaya devam ettiğini de biliyoruz. Bununla beraber; bunun belli bir müddet sonra hemen hemen tamamıyla kesilip, Türkiye’de ‘ulaştırma sistemi ve hizmeti’nin tek modlu bir karayolu sistemine dönüştüğüne şahitlik ettik. Bu dönemeçte; o günün şartları bazında, devasa caddeler ve otoyollar yapıldı. 

Sürdürülebilirlik kavramı…
Bütün bunlar gerçekten; ileri görüşlülüğün eseriydi. Fakat bu yatırımlar gerçekleştirilirken; karayoluna gösterilen ilginin demiryolu ve denizyolu için bütünüyle atıl kaldığı gerçeği vardı. Ve bu sürgit on yıllar boyu ülkenin kaderi olarak günümüz Türkiye’sine kadar devam etti. Akılcılığı zaman zaman tartışılmakla ve ara ara akamete uğramasına rağmen, karayolu yatırımları devam etti; denizyolu, iç suyolu ve demiryolu ise adeta unutuldu. Bununla beraber; tartışmalı sosyal politikalar, dönemsel rahatlamalar ve para akışları ile ülkemiz insanının anlam dünyasına teknolojilerin nimetlerini sokabilecek şekilde dönüştürülebilse de; sosyal-ekonomik-politik ve teknik anlamda kendi perspektifimizi ‘sürekli kılacak’ şekilde inşa edememiş olmamızdan dolayı, bütün bu gelişmeler çoğu zaman nispi kaldı ve daha farklı kayıplara yol açtı. Bu kayıpların; teknik-ekonomik anlamdaki okumaları; tüketim kültürünün yönlendirilememiş olması, kaza kayıp oranlarının yüksekliği, sosyal adaletsizliğin giderilememesi ve derinleşmesi, kaynaklarımızı etkin ve verimli şekilde kullanamayışımız, modal dağılımın tek modlu dağılıma dönüşmesi, plansız şehirleşme ve rant odaklı bakış açıları şeklinde okunabilir. 

Daha önceleri de değindiğimiz gibi; burada ‘sürdürülebilirlik’ kavramı öne çıkmaktadır. Daha yüzyılın başında bu kavram, ülkemiz kurucu kadrolarınca literatürde tutulan bir kavramdı. Bu bir ileri görüşlülük örneğiydi. Takip eden dönemde ise; teknik gelişmeleri ülkemizden daha önde yaşayan Batılı ülkelerin bu kavramı günümüzden 30-40 yıl öncesinde tedavüle sokup, sonrasında da bu anlamda radikal tedbirler almaya başladığını gördük.
Hepinize sağlıklı, huzurlu, mutlu ve başarılı bir hafta dilerim.■
Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159