28.10.2013, 22:32

Nazım Hikmet yaşıyor!

Yeni bir şiirinin bulunduğu haberini görünce, dudaklarımdan dökülen ilk cümle “Nazım Hikmet yaşıyor!” oldu.

Kabul ederseniz, bana göre iki tür şiir var: biri, insanın içinde yaşattığı dünyayı yine sadece o insana özgü duygularla yansıtan -deyim yerindeyse, sessiz sakin ama alabildiğine güçlü güvenli- şiirler; diğeri ise gür sesle, çoğunlukla topluluğa seslenir gibi coşku, heyecan ve umut sergileyen şiirler. Bu şiirleri, tek başınızayken de yüksek sesle okursunuz ister istemez. İçinizden öyle gelir. Müziği, ahengi, algısı sizi sürükler.

Bilinmeyenin bilinmesi…

Son eşi Vera, büyük şairin ölümünden sonra da evin çeşitli yerlerinde şiirler bulmuştu. En somut olanı, hepimizin bildiği, 

“Gelsene dedi bana 
Kalsana dedi bana 
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana 

Geldim
Kaldım 
Güldüm 
Öldüm”

Yanılmıyorsam, kimliğinin arasına saklamıştır bu dizeleri ve kendisinden habersiz ilk ele alınması ölümünden sonra olacaktır. Bu, ince bir duyarlılıktır şairden beklenen.

Bilinenin bilinmemesi…

Babam Abdullah Akın’ı, geçirdiği bir trafik kazasının ardından saklamıştık yüreğimize. Hastanede anneme teslim edilen eşyalarının arasında kanı bulaşmış bir küçük kağıt da vardı. Akışkan, güzel el yazısı vardı… kendisi yazmış ve büyük olasılıkla herkese yüksek sesle okumak üzere yanında taşıyordu.

İmza yoktu şiirin altında. Güzel bir şiirdi, anlamlıydı. Mesaj son dizesiyle daha bir anlam da kazanıyordu. Dizelerin kime ait olduğunu bulabilmek için geniş bir araştırma yürüttük. Neredeyse sormadığım şair kalmadı çevremde… Hatta Nazım Hikmet Vakfı yöneticilerinden Turgay Fişekçi’ye de sordum… 

“Sosyalizm,
Senin anlayacağın yani,
El kapısının yokluğu değil de, imkansızlığı
Ekmeğimizde tuz
Kitabımızda söz
Ocağımızda ateş oluşu hürriyetin,
Yahut, başkası yel de
Sen yaprakmışsın gibi titrememek,

Bunun tersi yahut…
Sosyalizm,
Devirmek dağları elbirliğiyle,
Ama elimizin öz biçimini,
Öz sıcaklığını yitirmeden.”

Bilmesi gerekenlerden…

Turgay Fişekçi, “Nazım’ın böyle bir şiiri yok” diye cevaplayınca çağrımızı… güvendik. 

Meğer (her ne kadar kesikte yer almasa da) “dayı kızı” diye seslendiği oğlu Memet’in anası Münevver Hanıma yazdığı mektuptan bir detaydır alıntılanan.

Biz, Nazım Hikmet Vakfı gibi bir kuruma güvenmeyip facebook gibi bilgi kirliliği yuvası sosyal medyaya yaslansaydık “şairini bilemediğimiz bu dizeler” demeyecektik “Abdullah Akın Armağanı”nda…

Eski bilinen yeni bilinmeyenler…

Nazım Hikmet’in Türkçe yazdığı, sonradan Rusçaya çevrilen bir şiirinin bulunduğu haberi epey ilgi çekti. İnsan, ister istemez seviniyor ya, bir yandan da düşünüyor; nasıl olur da atlanır böylesi dünya çapındaki bir şairin dizeleri? Besbelli, nasıl atlandığı da bulunur bir gün. 

t24.com.tr, bağımsız bir haber sitesi… Hasan Aksay’ın orada yazdığı bir yazıdan öğrendik bu kaybolup bulunan şiiri.

Bir de hiç bilinmeyen bir şiiri var Usta’nın… Doğumunun 111., ölümününse 50. yılında bulunan dizeleri paylaşmazsam olmaz. Melih Güneş’in “anlamsam çevirisi” demiş Hasan Aksay…


HENRİ MARTİN’İN SESİ

Sen buradasın Henri Martin
Türkülerle ve bayraklarla karşıladık seniArkamızda bütün Berlin
Türkülerimiz gençliğin türküsüydü
yaşamın türküsü
barışın türküsü
alnına çizgi, saçına ak düşmemişlerin türküsü.
Güvercinler havalandı bayraklarımızın gösterdiği yoldan gökyüzüne.

Sen önümüzdeydin, yakışıklı ve yürekli,
Deniz gibiydin, deniz misali güneşin ışıltısında
Bizse kıyıydık, dağlardık,
fırtınalı ve güçlü bir rüzgâr gibi haykıran
sesinle gürleyen bir ormandık.

Konuştun bizimle.
Biliriz sesini biz senin.
Yüzünü bildiğimiz gibi en yakın dostumuzun,
biliriz sesini Henri Martin.
Sesin dedi ki bize:
“Fırsat vermeyin kardeşlerimizi öldürmelerine,
Çekip çıkarın onları hapisane duvarlarından”

Biliriz sesini biz senin kardeşim,
O ses...
O ses öyle bir şeydi ki...
ölüm hakimlerinin yüzüne inen bir tokat gibiydi.

Ve hükümden sonra sevdalın senin
bir tüy gibi narin,
başladı ağlamaya.
Senin erkekçe sesin
okşadı onu şefkatli bir sitemle
süngülerin arasından,
demirden çember örmüş olan süngülerin...
Dedi ki sesin senin:
“Tut gözyaşlarını asker karısı
gösterme düşmana”


Biliriz sesini biz senin Henri Martin.
Biz ki doğruya kulak verenlerdeniz
biz ki hakkımız var sevdalanmaya, çocuklar doğurmaya, yaşlanmaya,
huzurlu bir ihtiyarlığa,
yanıbaşımızda oynayan torunlarla...
Biz ki, ne öldürmek ne öldürülmek isteriz
Biliriz sesini biz senin Henri Martin, avcumuzun içi gibi.

Sen buradaydın Henri Martin,
burada, Berlin’de, herkesin gözü önünde.
Ağustos’un beşinde bu bin dokuz yüz elli bir yılının.
Biz siyahı, sarısı, beyazı, yüz dört ülkeden delikanlı ve kız,
dinmeyen alkışlarla karşıladık seni
türküler ve yükselen bayraklarla,
sana çiçekler sunduk. 

Ve iki kat daha fazla sevdik biz Fransa’yı
anaların nice bahadırlar doğurduğu
senin gibi...

Bilinip de kitaplara giremeyen…
,
Nazım Hikmet’in 1938 tarihli, “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” bölümündeki bir şiir, en son 1970’te Türkçede yayımlanmış ama sonra nedense unutulmuş… Melih Güneş, ne kadar teşekkür etsek azdır, iyi bir iş başarmış, bizi bu güzel şiirlerle buluşturmuş. Hele yukarıdaki Henri Martin şiiri, günümüzde daha bir anlam kazanıyor; sosyal aidiyet, itiraz ve isyan çerçevesinde. Henri Martin yerine Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz veya Gülsuyu’nda öldürülen Hasan Ferit Gedik desek… Fransa veya Berlin yerine Gezi Parkı, Taksim, Eskişehir, Antakya, Kızılay desek ne değişir?

Diğer, bilinip de kaybolan şiiri http://t24.com.tr/yazi/nazim-hikmetin-bilinmeyen-bir-siiri-ilk-kez-t24te/7676 adresinden okursanız, Hasan Aksay’a da teşekkür etmiş olursunuz, sessizce...

Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159