21.10.2013, 12:30

Sevda ne yana düşer usta, emek ne yana

Çok severse insan, ulaşırmış arzusuna. Çok, çoktan da çok sevmeliymiş ama. Öyle ki bu sevmenin içinde çaba da yer almalıymış. “Ekmeğini taştan çıkarır” dedikleri gibi… gerçekten büyük azim ve mücadele ile çalışmalıymış, hem de sevgiyle.

Dünyanın hızına ulaşmak pek mümkün gözükmüyor. Dakikada ortalama 30 kilometre hızla dönen Dünya, doğal olarak bir de Güneş’in etrafında dönüyor. Güneş de dönüyor, Samanyolu da. Dönenip duruyoruz evrenin içinde… Kim bilir nereye ve ne zamana kadar? Bir ipucu: Güneş’in yaşının yaklaşık 5 milyar yıl olduğu, bir 5 milyar yıl daha enerji yayıp Dünyamızın yaşanabilir olmasını sağlayacağı söyleniyor bilim insanları tarafından. Böyle saptansa da Dünyamıza, yaşanabilir bir ortam olarak, 1,5 milyar yıl ömür biçiliyor.

İki kapılı han!

Aşık Veysel, “iki kapılı bir han” olarak nitelemiş, doğum ile ölüm arasındaki görece insan yaşamını. Kuşkusuz herkes, her toplum, her dönem bir şey eklenmiş üstüne, bir şey katılmış, bir şey yüklenmiş. Nasıl olsa öleceğiz, diye düşünmemiş hiç kimse.

En rahat olduğunu var saydıklarımız bile en azından bir ağaç dikip gölgesinden gelip geçenin yararlanmasına fırsat tanımış. 

Bir noktayı belirginleştirmekte yarar var: Aşık Veysel sadece sazı ve sözüyle ‘büyük’ değil. Duygularıyla da, önceden görüp ona göre davranmasıyla da, insanların rahat etmesi, gönlünce yaşaması için çaba harcamasıyla da büyük. 

Duygular ölür mü?

Evlidir Aşık Veysel, gözleri görmediği için bakımı zordur, her ne kadar kimseye yük olmasa da. Karısı, kendince genç ve güzeldir; ama yorulur o gönül gözüyle gören insanla yaşadıklarından. Gözü görmese de halinden, tavrından, nefes alıp verişinden fark etmektedir değişimi. Gizli saklı bir şey yapamamanın haklı hüznü ile dönenip durmaktadır ortada. Bir gün, biriyle kaçmayı kararlaştırır. Şu gece, bu saatte, kaçalım diye anlaşırlar. Dedikleri gibi de yaparlar. Sabah kadar dağ bayır aşıp artık yakalanmayacaklarına inandıkları bir kaya kovuğuna girinceye kadar koşarlar. Açlıktan, susuzluktan ve yorgunluktan şilteydi, yorgandı aramaksızın otururlar. 

Ama o da ne! Giydiği andan beri ayağını vuran ayakkabısını çıkarır ki, bir tomar para. Kaçan karısının zor durumda kalmaması için tüm birikimini ayakkabısına koymuştur Aşık Veysel. Gönlü razı gelmemiştir karısının zorda kalıp da mutluluğunun gölgelenmesine. 

Siz olsaydınız…

Hemen her gün 5 kadın öldürülüyormuş ülkemizde. Kimi boşanmak istediği için, kimi başkasını sevdiği için, kimi kocasının kumar parasına itiraz ettiği için, kimi çektiği sıkıntıları dile getirdiği için… Son bir yılda da 7.000’i aşkın kadının koruma talebi mahkemelerce kabul edilmiş (birçoğu ölümden ve dayaktan kurtulamıyor yine de); varın kabul edilmeyenleri ve başvuramayanları düşünün.

Siz Aşık Veysel gibi mi davranırsınız, yoksa ülkemizde yaşananları mı devam ettirirsiniz. Zor bir soru, insanın başına gelmedikten sonra yanıtlaması güç. Bir de o anki fevri duygular olacaktır, doluya koyup aldıramama, boşa koyup dolduramama durumu… Öte yandan birçok ülkede, özellikle gelişmiş ülkelerde insanlar alabildiğine medeni davranıyor, birlikte yaşama olanağı kalmayınca yollarını ayırıyor. Ne kavga ne silah! Bu, bizim ülkemizin tutumu… Artan her boşanma ile bu tutumun değişeceği inancı da artıyor. 

Paylaştıklarınızın anısına…

Tasada kıvançta, acıda ve tatlıda, zorlulukta ve mutlulukta bir arada olmuşsunuz; bir hayatı paylaşmışsınız… belki çocuklarınız da olmuş ama sizi bir arada tutan ipler pamuk ipliğine dönüşmüş ve kopmuş. Belli ki o son damla bardağı taşırmış…

Zorlamanın ne anlamı var? Hele de intikamın! Geçtiğimiz günlerde Ayşe Arman, kadının intikamını anlatıyordu (Hürriyet gazetesi, 14 Eylül 2013); pozitif ayrımcılık yaparsak, haklı kadın, ben de katılıyorum. Ama hayatın gerçekleri açısından baktığınızda sonu var mı, sorusu gelip dayanıyor gözlerinizin önüne. 

Siz, siz olun birlikte yaşamı paylaştığınız kadına veya erkeğe ne kötü söz söyleyin ne de kötü söz söylenmesine izin verin. Dostluklar öyle kolay oluşmuyor.
Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159