18.11.2013, 13:29

Sevenler kavuşamazsa aşk olur, ya kavuşurlarsa?

Bizi biz yapan bir duygu var, hani içinizden gelen, hani sarıp sarmalayan, hani zırıl zırıl ağlatan… veya ne bileyim işte, coşturup uçuran, işte o.

1790’larda yaşanan bir olay, dünyanın en büyük, hatta karşılıksız en büyük aşkı olarak anlatılır. Valla, adını filan sormayın (aslında biliniyor kim oldukları, ama benim için hiç mi hiç önemi olmadığından adlarını yazmaktan kaçınıyorum), bir adam, Fransız Devrime sırasında, ‘devrimin çocuklarını yediği’ dönemde, giyotine götürülen bir kızı görür. Kırmızılar giydirilmiş mahkûmlar ölüme şehrin ortasından herkesin göreceği -ibret alacağı- (Gelin de Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı anmayın, ışıklar içinde yatsın, “Erken öten horozun başın keserlermiş / bitmez tükenmez ki başın kesile kesile”) şekilde geçirilerek götürülürmüş. İşte atların çektiği o arabalardan birinin üstünde, kırmızılar da çok yakışmış olmalı ki, gördüğü az sonra giyotinle başı kesilecek olan kadına âşık olur. Onca bağırış, çağırış içerisinde ne sesini duyurabilir ne de ölümünü engelleyebilir. Hemen o arada karar verir ve kendisi de ölmeli, o kadınla hiç değilse öbür dünyada buluşmalıdır.

Devrim hakkında atıp tutar ki kendisi de infaz edilsin. Olacak bu ya, yeterli görür hüküm sahipleri, artık kimseyi giyotine göndermeme kararı alırlar. Ne olacaktır, buluşamayacak mıdır ilk gördüğü an gönlünü kaptırdığı o kırmızılı kadınla? Akla gelen, gelmeyen her türlü tepkiyi gösterir ve suçu o kadar büyür ki ister istemez giyotine gönderilir. Kuşkusuz rivayettir, ama gözlerinin içinin güldüğü söylenir kesilmiş haldeyken de…

Bir de günümüzde…

Guinness Rekorlar Kitabı’na giren, dünyanın en çok filme çekilmiş senaryosunu yazan, müthiş sinemacı ve dünya görüşüyle, insana bakışıyla birçok iltifatı hak eden (kuşkusuz benim de aynı meslekten olmakla, aynı öğrencilere ders vermekle övündüğüm) Safa Önal, o çok sevilen senaryolarından birinde, ‘Vesikalı Yarim’de, ‘aşkı anlatmaya ve cinselliği öne almadan nasıl anlatırız’ diye düşündüklerini anlatır (Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti, nehir söyleşi, İş Bankası Yayınları 2009). Çok izlenen, çok sevilen sinemamızın kült filmi olarak tanımlanan ‘Vesikalı Yarim’de (bana sorarsanız bir şekilde bulun ve muhakkak izleyin) imkânsız aşktır anlatılan… Pavyon şarkıcısı Sabiha, kenar semtin delikanlısı, evli, çocuk babası Halil ile tanışmalarından başlayarak buluşamamayı anlatırlar. Filmi izleyenler, ‘aşk için yapılabilecek daha çok şey bulunabilirdi’ diye geçirirler içlerinden, dillendirenler de vardır mutlaka. Ona da Safa Önal’ın cevabı hazırdır: “Olmaz. O gerçek dışı bir şey olur. Yani olması gereken değil de, olmasını istediğimizdir o. Olmasını istediğimizi mi yapalım, yoksa olması gerekeni mi? Olacak olanı mı yapalım? Mesele orada. Yazık ki, çok defa duygularımıza yenik düşüp, olmasını istediğimizi, görmeyi istediğimizi seçeriz… Öyle değil! Ayrılacaklarsa ayrılacaklardır!”

Şarkılar neyi söyler?

Hep ayrılık üzerinedir şarkılar… Hep ayrılırlar, hep ayrılırız ve hep ağlarız salya sümük. Çünkü aşkta acı vardır, ayrılık acısı. Ama bakın, tutku öyle değil. Tutkunun acısı olmaz. Hüznü vardır bir parça muhakkak, ama kalıcı bir aşkı, hani yaşam boyu birlikte taşıdığınız acısı olamaz. Tam da o noktada, aşkın zorunlu ayrılıkların, buluşamamaların taşıdığı acıları anlatan şarkılar bizi sarıp sarmalar. İşte bu nedenledir ki aşk acısını anlatan şarkıları duyarız daha çok, dinleriz hiç yüksünmeden.
Mırıldanırız her fırsatta ya kendimize ya da birilerinin kulağına.

İşte o şarkılar da aynıdır aşk filmleriyle ve aşkı anlatırlar. Ve galiba olanla değil, olmayanla anlatılabilir aşk sadece. Özlem vardır içinde, yakarı zaten temelinde yatar. Beklenti vardır, hem de dolu dolu. Tabii, en çok da acı. Acılar. Nasıl da kıvamlı, nasıl da can yakıcı. 

Ayrılık da aşka dâhil

Aşkın büyüklüğünü, acılarla anlatmak mümkündür. Onu da, filmciler (tabii yazarlar, en çok da şairler) iyi anlatmışlardır. Bütün aşk filmlerinin kaynağı Romeo ve Juliet’tir denir. Çünkü Romeo ve Juliet de ayrıldıkları için büyük bir aşk yaşamışlardır. Shakespeare boşuna düşman ailelerin çocuklarını işlemiş olamaz, değil mi? Haberci Romeo’ya Juliet’in öldüğü haberini getirir, oysa yanlış bir haberdir, içtiği bir ilaç nedeniyle geçici olarak ölmüş gibi görünecektir, ama onu biz biliriz. Sevdiği kadının ölümü kendi ölümünü de hazırlar… Juliet de Romeo’nun öldüğünü haber alınca canına kıyar. Birleşseler aşk, aşk olur mu? Âşıklar aradaki engellerin büyüklüğüyle doğru orantılı ne kadar çok mücadele ederlerse o kadar büyük aşk çıkar ortaya…
Hem zaten Âşık Veysel, “Sevenler kavuşamazsa aşk olur” dememiş mi? 
Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159