02.03.2023, 15:31

SAMANDAĞ

Otobüs sektöründe işe başladığım ilk günlerde, o zamanki adı UATOD olan bugün TOFED’in temelini oluşturan dernek tarafından tertip edilmiş iki büyük toplantıya dahil oldum.

Rahmetli Ali Osman Ulusoy’un bizleri misafir ettiği Trabzon’da düzenlenen toplantının hemen akabinde, Has turizm tarafından düzenlenen Antakya toplantısıydı. Burada rahmetli M. Selim Kara gibi sektörün değerli ileri gelenlerini tanıma fırsatını buldum. Hatta onun anlattığı bir anektod hep hatırımdadır. Çok yerde de bundan söz ettim. Bu her iki toplantı da sektördeki insanların davranışları ve düşüncelerini öğrenmeme, tanıma ve tanışma süreçlerime çok katkısı oldu. 

Samandağ’da tüm sektör temsilcileri ile Mercedes-Benz Türk, Temsa ve Man gibi firmaların tepe yöneticilerinin bir arada olduğu bir gala gecesi yapılmıştı. Bugün olan deprem eğer o gece olsaydı, şehirlerarası taşımacılık şirketlerinin tüm ileri gelenleri ve sektördeki imalatçıların tüm üst düzey yöneticileri belki de hayatını kaybetmiş olacaktı.

Böyle bir vahim olayın gerçekleşmesi durumunda, otobüscülük sektörünün evriminin nasıl olacağını düşünmek bile istemem.Tüm bilgi birikimi ve deneyimi olan insanlar bir anda yok olacaktı. O günlerde sektörel yazılı kaynakların da bu güne nazaran çok daha yetersiz olduğunu varsayarsak bayağı kötü bir durum olacağını söylemek hatalı olmaz.

Son depremde Kıbrıs’tan veleybol müsabakası için Hatay’a gelen çocukların kaldıkları otelde maalesef hayatını kaybetmiş olması bir kaderdir. Bunun gibi kötü bir örneği kendi sektörümüze uyarlamış olalım. 1998’de yapılan toplantı gibi bir etkinlik bugünlerde ve belki de o bölgede yapılması mümkündü.  

Deprem öldürmez, binalar öldürür

Mesleki anlamda eğitim aldığım Jeofizik Mühendisliği, Sismoloji (Deprem Bilimi) içinde olan yerbilimleri konusunda bir bölümdür.  Deprem maalesef ki, ülkemizin çok büyük bir kısmında kaçınılmaz olarak gerçekleşecek bir olgudur. Yerbilimleri alanında faaliyet gösteren insanların baş sözü “Deprem öldürmez,binalar öldürür”dür. Geçmişteki gibi göçebe bir toplum halinde obalarda çadır içinde yaşasaydık, depremde hayatını kaybedeceklerin sayısı neredeyse sıfıra yakın olurdu.  

Ancak bizler için göçebe toplum düşüncesi tarihsel süreçte çok gerilerde kaldı. Türkler yerleşik düzene geçtikten sonra eski İstanbul evlerinde gördüğümüz üzere ahşap evlerde yaşamayı seçtiler.

Bunun örnekleri, Safranbolu’da da var Muğla’da var. Hafif malzemeyle yapılan esnek konutlardaki can kaybı, bugünün betonarme çok katlı binaları ile  mukayese edilemeyecek kadar azdır. 

Burada söylenmek istenilen, betonarme malzemeyi kötülemek değil ama betonarmenin  eksik malzeme ve yalnış kullanılması yüzünden uğradığımız can kayıplarının diğer ülkeler ile mukayese edildiğinde epey yüksek oranda olmasıdır.  

Çok yakın bir tarihte devletin başındaki zat “Biz İstanbul’a ihanet ettik dikey mimari değil yatay mimari destekliyoruz” demiş olmasına rağmen, maalesef ki, uygulama tam tersi gerçekleşmektedir.

Aynı zamanda bundan 3-4 yıl önce devletin delikleri kapatmak adına uydurduğu imar barışı uygulaması ile pekçok şekilsiz, uygunsuz, hesabı-kitabı olmayan binaların yasal hale getirilmesi ayrı bir garabettir. 

Deprem kader değildir

Deprem sorunu, birkaç müteahhiti tutuklayıp güya kamu vicdanı rahatlatılarak çözülemez. Uygunsuzluklara yasal kılıf hazırlayan, izin veren, denetleyen mekanizmanın tamamı suçludur. “yapan mı yaptıran mı ?” “ölen mi öldüren mi?”sözündeki gibi müteahhitlerin yanısıra, zemin etüdünden tutun da topoğrafik noktaları kendince değiştiren, beton numunesini mikser içinde alıp sonradan su ilave eden demir miktarını azaltan ve kısaca işini liyakatı ile yapmayan teknik adamlar, imar müdürlüklerindeki personel, onay veren kişiler ve suçlu ve açıkça söylemek gerekirse katildirler.

Maalesef piyasaya böyle büyük depremlerden sonra sürekli bir korku pompalanıyor. Haklılık payı olsa da sürekli insanların piskolojisini bu denli bozacak pompalamaların başka sonuçlarının da olacağını da öngörmek lazımdır. 

1999 depreminden sonra yeni yönetmelikler ve kentsel dönüşümle, İstanbul’un biraz tahliye edileceği düşüncesi ben de hep vardı. Düşünce doğru ancak bu denli yüksek ve kontrolsüz yapılaşma ile can kayıplarını azaltmak değil daha çok artacağına  emin olabilirsiniz.

Bu coğrafyada deprem gerçeğimizdir. Bu güne mahsus bir sorun değildir. Deprem kaçınılmazdır ancak kaderimiz değildir. Depremden zarar görebiliriz ama hayatımızı kaybetmeyeceğimiz bir düzene geçmek ivedilikle şarttır.

Neden biz yasaları işimize geldiği gibi uyarlamaya çalışıyoruz? hatta öyle ki ayet ve hadisleri bile kendimize göre yorumlayarak işimize geldiği gibi davranıyoruz. 

Bu kafayla gidersek askere, alabiliriz miyiz teskere? ■

Yorumlar (0)
banner117
15
açık
banner159