Televizyon dizileri kimi zaman topluma ayna tutar, kimi zaman da gerçeği gölgede bırakır. Show TV’nin yeni dizisi Veliaht, otobüsçülük mesleğini arka plana alarak kurgulanmış. Ortaya çıkan tabloya bakınca, sanki otobüsçülerin dünyası sadece karanlık ilişkilerden ibaretmiş gibi görünüyor. Adam öldürmeler, mafya hesaplaşmaları, kara para aklama, insan kaçakçılığı… Yani daha çok bir mafya hikâyesi, otobüs garajlarının dekorunda çekiliyormuş gibi.

Açıkçası bu manzara insanın içini burkuyor. Çünkü biz otobüsçü dediğimizde, direksiyonun başına oturan, yolcularını güvenle şehirlere ulaştırmaya çalışan şoförü biliyoruz. Ya da yıllardır bir köşede yazıhanesi olan, yolcusu için elinden geleni yapan otobüs işletmecisini tanıyoruz. Bir yolcunun valizini sırtlayıp otobüse kadar taşıyan muavin, yolda “çay kahve isteyen var mı?” diye dolaşan genç delikanlı da bu mesleğin yüzüdür.

Ama dizide gördüğümüz manzarada bunların hiçbiri yok. Sanki otobüsçülük sadece kirli paraların döndüğü, entrikaların çevrildiği bir sektörmüş gibi anlatılıyor. Oysa gerçekte milyonlarca yolcu her yıl bu insanların emeğiyle bir yerden bir yere ulaşıyor. Yani dizideki hikâye, otobüsçülerin gerçek hayatıyla uzaktan yakından örtüşmüyor.

Böyle olunca insan ister istemez geçmişteki örnekleri hatırlıyor. Mesela bir filmde hamamcılar kötü karakterlerle özdeşleştirilince, hamamcı esnafı ayağa kalkıp “bizim mesleğimiz böyle değil” diye tepki göstermişti. Gassallar da aynı şekilde yanlış anlatılınca, mesleklerini savunmuşlardı. Şimdi otobüsçülerden de benzer bir çıkış gelir mi, doğrusu merak konusu. Çünkü bu meslek de köklü bir geçmişe sahip ve Anadolu’nun her köşesinde bir dayanışma kültürü var.

Sorulması gereken şu: Otobüsçüler gerçekten bir araya gelip bu konuda ses çıkarabilir mi? Aslında sektörün dernekleri, federasyonları, birlikleri var. Ama onların gündeminde genelde akaryakıt, vergi düzenlemeleri ya da bilet satış sistemleri oluyor. İmaj konusu, yani topluma nasıl yansıtıldıkları, pek ön plana çıkmıyor. Belki de Veliaht dizisi bu açıdan bir milat olur, kim bilir.

Algı dediğimiz şey küçümsenecek bir şey değil. Bugün bir genç, televizyonda gördüğü bu karakterlere bakıp “demek otobüsçülük böyle bir iş” diye düşünebilir. Oysa bir yolcunun gözünden bakınca manzara bambaşkadır: Yaz sıcağında buz gibi klimanın altında rahat bir yolculuk, mola yerinde sıcacık bir çorba, muavinin şakacı halleri… Bir şoförün gözünden bakınca da başka bir gerçek çıkar ortaya: Direksiyon başında geçen onlarca saat, uykusuzlukla verilen mücadele, bir canı değil yüzlerce canı taşımanın sorumluluğu.

Sanat elbette özgürdür, kimse “dizi böyle olamaz” diyemez. Ama bir meslek grubunun tümünü karalayan bir anlatı, adaletli değildir. Kolaycıdır. Hikâye yazmak, karakter yaratmak, entrika kurmak için illa ki bir mesleği ya da sektörün itibarını zedelemeye gerek yok.

Bence otobüsçüler, bu vesileyle kendi hikâyelerini daha çok anlatmalı. Çünkü gerçek otobüsçünün hikâyesi bambaşkadır. O hikâye, sabaha karşı otogarda başlayan, Anadolu yollarında binlerce kilometre boyunca süren, yolcuyu güvenle varacağı yere ulaştırınca biten bir yol hikâyesidir. Dizilerde aramak yerine, bir yolculuk yapın, muavinle iki laf edin, şoförle bir çay için; göreceksiniz, bu mesleğin asıl yüzü bambaşka.

Veliaht’ın anlattığı hikâye kurgu, ama otobüsçülerin hikâyesi gerçektir; o da her gün Anadolu yollarında yazılmaya devam ediyor.

Asıl soru şu: Sizce otobüsçüler bu yanlış algıya karşı sessiz mi kalmalı, yoksa kendi hikâyelerini daha gür bir sesle mi anlatmalı?