Hızlanalım o zaman!

Türkiye’yi anlatırken, dört mevsimin bir arada yaşanabildiği, bir tarafta kar yağarken diğer tarafta denize girilebildiği, endemik bitkilerin, uçsuz bucaksız ormanların ve onların içinde onlarca, yüzlerce yaban hayvanının olduğu bir ülke diyoruz. 

Bugüne kadar çok sular akmış ırmaklardan, çok şey değişmiş dağda taşta. Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, ekolojik değişim çoğunlukla ileri gitse de, gerileyen kısmı da var. Bunun en büyük nedeni, bilip de görmezden geldiğimiz “düşük yoğunluklu savaş”tı. Terör adı altında yıllarca bir bölgenin adını bile anamadık, “ora” deyip geçtik. Doğudaki, Batıdaki, yaşlı genç, okumuş okumamış, kadın erkek herkes “illallah” etmişti; ne gece belliydi ne gündüz, ne kent belliydi ne köy herkes korkuyordu.

Aradan 50 yıl geçti ve bugün “Terörsüz Türkiye” adıyla andığımız “barış” yaşanıyor artık. Bunu fırsat bilen Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Hakkâri’den başlayan bir etkinlik düzenlemiş. Birçok etkinliği bir arada, topluca gerçekleştirmişler. Tiyatro, bale, kütüphane, sal yarışı, doğa yürüyüşü gibi hem iç hem de dış turizme fırsat veren bu etkinlikler umarım, bir seferle kalmaz, tekrarlanır.

Bakanlık yetkilileri iyi bir tanıtım yapamadıkları (tabii, gündemin yakıcı sıcaklığı da izin vermiyor) için sadece kısa haber olarak geçti ve unutuldu. Kültür ve Turizm Bakanlığının görevi, sorumluluğu diğer bakanlıklardan az değil, hatta daha da fazla. Endemik çiçekler arasında, mis gibi hava, şırıl şırıl akan dereler, masmavi göller, insan eli değmemiş (bozulmaması şartıyla kuşkusuz) koyaklar, bugün kentlerde yaşayanların en büyük özlemi. İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer bütün büyük şehirler beton ormanına dönüştüğü ve griye boyandığı için bırakın yaşamayı nefes bile alınamaz halde. Betonlaşmanın yarattığı, uzmanların “ısı adası” dediği sıcaklıklardan kaçabilmek için herkes can atıyor; ancak ekonomik durum, işsizlik, hayat pahalılığı pek izin vermiyor tatile gitmeye. Van’ın, Hakkâri’nin, Bitlis’in, Ağrı’nın doğal güzelliklerini tanı(t)madığımız için kimse gitmiyor, gidemiyor. Denetim de yapılmadığı için oteller de, lokantalar da pahalanıyor her geçen gün. Bir akademisyen arkadaşım anlatıyordu geçenlerde, gecenin bir saatinde, daha ileri gidemeyecekleri için bir şehirde konaklamak için ilk karşılarına çıkan otele girmişler. Gece çok geç olduğu (o saatten sonra müşteri de gelmez) sabah da gün doğmadan yola çıkacakları için indirim istemişler. Resepsiyonist Nuh demiş Peygamber dememiş ve indirim yapmamış. Oysa alacakları bedeli hiç yoktan kazanç olarak görselerdi, yani akıllı olsalardı…

Şöyle bir sorun çevrenize, akrabalarınıza, arkadaşlarınıza, merak etmiyorlar mı, Doğu Anadolu’yu? Bu soruyu devletin etkili ve yetkilileri de sormalı kendilerine? ■